Sahra (1. Kısım)

Yorgunluktan elini kıpırdatacak  hali yoktu. Sıcak ciğerlerine kadar işlemiş susuzluktan dudakları pul pul kurumuştu. Kaç saatten beri yürüdüğünü ve en son ne zaman su içtiğini unutmuştu bile. Onun için büyük bir heyecan ile başlayan bu yolculuk hazin bir hikayenin başlangıcına dönmüştü. Artık sadece ayaklarını belirli bir ritme uydurmuş yürümek için programlanmış bir asker gibiydi.

Kum deryasının tam ortasında, susuzluğun bağrında, sahra çölünün en gaddar köşesindeydi. Ebediyete kadar hücreye mahkum edilmiş lakin, sürgün sırasında kaçmayı kıl payı başarmış azılı bir katil için ölüm ve yaşam arasındaki pamuk ipliğinin diğer adı sahra çölü idi.

Akşama daha çok vardı ki, güneş tepeye bile çıkmamıştı. Hiç bir gardiyanın bu çölde onu aramaya cesaret edemeyeceği için sahra çölüne kaçmıştı. Tam dört gündür yollarda idi, son suyu ve ekmeği bir gece önce tükenmiş, bir mucize olup yağmur yağmaz yahut bir göletle karşılaşmazsa yaklaşık 12 saat sonra ölecekti.

Yaptığı iş her ne kadar kötü olsa bile, bugüne kadar büyük cesaret örnekleri ortaya koymuş bir insandı. Tüm mısır vilayetinde namı yayılmış en sonunda ise çok yakın bir dostunun pususuna mağlup düşüp, teslim olmuştu adaletin cehennem-i kollarına.

Geniş omuzları, uzun saçları ve sakalları vardı. Mavi gözlerini Rus asıllı annesinden almıştı. Eskiden her gün yaptığı sporlardan olsa gerek 41 yaşını hiç göstermiyordu. Aksine her gören onu daha genç bir asker zannedip selama dururdu önünde.

***

İşte güneş tam tepeye ulaşmıştı. Kavurucu sıcaklık, susuzluğu her geçen dakika biraz daha artırıyor adımlarını zorlaştırıyordu. Gölgesine sığınabileceği, hiç bir nesne yoktu kum fırtınası da hafiften varlığını hissettirmeye başlamış, yüzünü yakan sıcak rüzgara birde kum taneleri eklenmişti artık. Yolundan asla vazgeçmeyip, hiç durmadan ilerlemek, en sonunda bu sahradan kurtulmak istiyordu kendisine inancı tam olan bir nefer için sahranın zorlu koşulları onu daha da güçlü kılıyordu.

Her bir adımda kurtulduğunu ardından, içeceği ilk şarabın damarlarında süzülüşünü hayal edip bir sonraki adımını atıyordu. Her ne var ki yolun sonu bir türlü gelmek bilmiyordu, hiç durmadan kuzeye doğru hareket etmişti oysa, planlarına göre 3. günün akşamına küçük bir köye denk gelmesi gerekirdi. 4. günün akşamına bir kaç saat kala o hala çölden kurtulamamış ve etrafında bir tek nesne görememişti.

Neden sonra durdu. Bir adım atmak Azrail’in elinden kendi canını çekip almak kadar imkansız gelmişti. Gözlerine bir bir perdeler inmeye, yüzündeki inanç belirtileri teker teker yok olmaya başlamıştı. Kendi ağırlığını taşıyamaz olmuştu bir an için, kendi bedenine ruhu yenilmiş, sahranın büyüklüğü karşısında varlığının küçüklüğünü kabul etmiş gibi dizlerinin üzerine çöküverdi.

Günlerdir hayalini kurduğunu ve hayatı boyunca inandığı tek şey olan şarap bile bu defa onu ayağa kaldırmaya yetmemişti. Gözlerini iyice kısmış, bir put misali karşıya bakıyordu hiç kımıldamadan.

***

Birden açıldı masmavi gözleri. Birileri gözükmeye başladı uzaktan ve koşarak geliyordu ona doğru. Sırtında bir şey taşıyordu. Evet! Bir satıl şarap taşıyordu uzaktan koşarak gelen adam. Kumların üzerine savrulan her damla şarap bile onu rahatlatmaya yetmişti sonunda ve artık susuzluğuna dur diyecek ölümün avuçlarından çekip alacaktı bedenini.

Biliyordu onca eziyetin boşuna olmadığını ve biliyordu ölmeyeceğini, kurtulacağını. Az sonra kana kana şaraptan içecek günlerce uyuyup  dinlenecekti işte. Lakin her geçen saniye yaklaşması gereken adam yerinde koşup duruyordu, ne bir adım yaklaşıyor ne de uzaklaşıyordu.

Korkutuğu şey başına gelmişti. Ölümden bir önceki durak olan sahra hülyaları zihnini çepeçevre sarmıştı sonunda.

Yerinden kalkıp şarap taşıyan adama doğru koşmak istiyordu lakin, bedeni bir dünya kadar ağırlaşmış ruhunun üzerine çöküvermişti. Nefesleri hızlanmış, zihni gerçeklik ve ütopyalar arasında arafta sıkışmıştı.

Yüzündeki beyazlık giderek artmaya başlamış, az önce büyüyen gözleri küçülmüştü tekrar.

Neden sonra gözlerini kapattı, bir daha hiç açmayacakmış gibi sıkıca. Dişlerini iyice sıkmış, kaşlarını çatmıştı. Sanki kendi zihninde bir muammanın içerisinden kurtulmak istermiş gibi savaş vermeye başlamıştı. Ölümün pençesinde iyiden iyiye sıkışmış, büsbütün kumlara yığılıp kalmıştı. Varlığına avare sahranın en ücra köşesinde bedeni bitip bitmemek arasında inancından uzak zihnine esir kalmıştı.

***

2. Kısımda görüşmek üzere dostlarım.

İ. Oğuz Müslüman.